postyapısalcılık
[Alm. Poststrukturalismus ] [Fr. post-structuralisme ] [İng. post-structuralism ]
Dili, bazen yapısal unsurları yoluyla nesnesine açık bir mesafe alarak hakikat kavrayışımızı sabitleyen bazen de nesnesiyle doğrudan bir temsil ilişkisi kurulmasına olanak tanıyan bir mekanizma olarak ele alan her türden dizgeye karşı geliştirilmiş felsefi tutum ya da düşünceler bütünü.
Temel olarak yapısalcılıktan daha ileri seviyede dilin ve anlamın sorunsallaştırılmasına dayanan postyapısalcılığa göre doğruluk ve hakikat kavrayışımızı oluşturan unsurlar, bizzat öznenin de içerisinde inşa olduğu dildeki gösterenler ağında olumsal olarak belirlenim kazanırlar. Söz konusu doğruluk nosyonlarını ifade eden ikili karşıtlıklar da (doğru-yanlış, bir-çok, görünüş-gerçeklik, iyi-kötü, zihin-beden vd.) kendi olanaklılık koşullarıyla içsel bir çelişki taşıyarak kurulurlar. Böylece yapısalcılık ile postyapısalcılık, yapısallığın özne kategorisindeki konumu konusunda birleşirken, özneyi yapıya indirgeyerek anlamı ikili karşıtlıklardan türetmek konusunda ayrılmış olurlar. İkili karşıtlıklardan destek alarak her bir öğesinin kesin ve ayırıcı ifadelerle tanımlandığı (ve bu öğelerin işlevlerinin kesin sınırlarla belirlendiği) bir yapısallık, postyapısalcı eleştirinin merkezinde yer alır.
Fransa’da, 1968 olaylarının akabinde yükseliş kazanan ve ilk olarak edebiyattaki modernizm hareketi içerisinde ifade bulan bu düşüncenin kökleri Nietzsche’nin dil ve ahlak üzerine ortaya koyduğu düşüncelere kadar geri götürülebilir. Yapı kavramının gizil olarak dayattığı tepkisel iktidar unsurunu ifşa etmeye yönelik her türden bütünsellik karşıtı girişim, XX. yüzyılın ikinci yarısında postyapısalcı argümanın beslendiği kaynaklar haline gelmiştir.
Bireyin ilişkilendiği iktidar unsurlarının oluşturduğu sözde evrenselci yapıları çözümlemeye yönelik Nietzscheci soy bilimden etkilenen pek çok Fransız entelektüel (Foucault, Deleuze, Lacan, Derrida, Lyotard vd.), doğruluk ve hakikat adına yapılan tüm sabitlemelerin altında düşünüldüğünden daha kaygan bir zemin olabileceğini göstermek adına postyapısalcı argümanları kullanmışlardır. Bu doğrultuda postyapısalcı düşünce, her türden bütünselleştirici dizgenin karşısında temsil eksikliğinin ve saf anlamın olanaksızlığının kurucu olduğunu ileri süren ve anlamın ortaya çıktığı zeminin istikrarını ilkesel olarak bozan felsefi bir tutumdur.
Postyapısalcı argümana göre bir yapıya içkin olarak bulunan yapı-ötesi boşluklar, Freudyen dil sürçmelerine benzetilebilir. Anlam dildeki bu boşluklarda, dilin bozuk temsil mekanizmasının tam merkezinde kurulur; o halde söz konusu temsil eksikliği düzeltilmesi gereken bir bozukluk değil, kurucu özelliktir. Postyapısalcılık, gösterenlerin olumsal mübadelesine katılmadan belirlenim kazanan herhangi bir anlamın var olamayacağını ileri sürer. Anlam, gösterenler arasındaki boşlukta kuruluyorsa, kavramlar arasında hem anlamsal hem de varlıkbilimsel bir hiyerarşi kurmak, aşkın ya da nihai bir anlam (nihai bir gösterilen) tasarlamak mümkün değildir. Bu bakımdan kendisini nihai ilan eden her türden anlam bir iktidar göstergesidir. Yapının ideolojik nobranlığını, onun bütünselliğindeki çelişkileri ortaya çıkararak zayıflatmayı deneyen postyapısalcı eleştiri, yapının iktidarını postyapısalcılığın karar verilemez düzleminde hükümsüz kılmayı hedefler. Böylece öznelerin oluşum sürecini kontrol edebilecek her türden yapısal girişimin karşısına yeni bir özneleşme olasılığı çıkarılır. Postyapısalcı düşüncenin etik-politik boyutu, söz konusu olasılığın temellendirilmesiyle ilgilidir.
Yapısalcılığın temel buluşu, öznenin kültürün ve kolektif düzenin içerisine doğduğu, orada inşa olduğu düşüncesidir ancak öznenin kurucu değil, yapıya tabi olarak kurulan bir şey olduğu fikri bazı sorunları da beraberinde getirir. Örneğin özne tümüyle dilin, kültürün ya da toplumsal ilişkilerin oluşturduğu kuralların içerisinde kuruluyor ve bu kuralların bütününü ifade eden yapı tarafından belirleniyorsa, bu durumda sıklıkla öznel edimler olarak ifade edilen özgür ya da etik eylemlerin olanaklılık koşulları zorunlu olarak yapının tasarrufuna tabi olacaktır. Birçok postyapısalcı düşünür bu soruna öznenin yapı karşısındaki kurucu rolünü pasifize eden yapısalcılığı aşarak öznenin de bizzat içerisinde inşa olduğu yapının yapı-ötesi özelliklerini ön plana çıkararak çözüm arar. Buna göre postyapısalcı düşünce, yapısalcılığın keşfini ileri taşıyarak öznenin yapının kendisiyle çelişkiye düştüğü noktalarda, yapısallığın aksadığı boşluklarda kurulduğunu (constituted) ileri sürer. Öznenin yapının aksadığı bir noktada ortaya çıkıyor olması, özneliğin kurucu (constituent) bir kendiliğe (self) dönüşmesi için bir (etik) olanağı ifade eder.
KAYNAKÇA
Belsey, Catherine. Postyapısalcılık. Çeviren Nursu Örge. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 2013.
Eagleton, Terry. Edebiyat Kuramı. Çeviren Tuncay Birkan. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2018.
Sarup, Madan. Post-yapısalcılık ve Postmodernizm. Çeviren Abdülbaki Güçlü. Ankara: Pharmakon Yayınları, 2019.
Yazar : Erman KAÇAR (Ardahan Üniversitesi)