homo oeconomicus
[Alt. yaz. homo economicus; homo œconomicus ]
Tanımı. Homo ve oeconomicus kelimelerinin bir araya gelmesinden oluşan kavramsal soyutlama; neoklasik ekonomi teorilerinde çıkarlarını maksimize eden, tam rasyonelliğe, bilgiye ve mükemmel öngörüye sahip, tutarlı ve kendi çıkarlarını gözeten stratejileri belirleyen ve uygulayan rasyonel karar vericiler anlamında kullanılan ifade.
Oeconomicus kelimesinin yazılı ilk kullanımlarından birine, Ksenophon (M.Ö. 354-430)’a ait Oikonomikos (Οἰκονομικός) adlı diyalogun başlığında rastlanır. Yunanca’da oikos (οἶκος) “ev” anlamına, oikonomikos, “evin idaresi” ya da “ev halkının yönetimi” anlamına gelmektedir. Sokrates ile Kritobulos arasında geçen diyalogda, ev içi düzen ve mutluluğun sürdürülebilir olması için eşler arası iş bölümü ve mesleklerin seçimi gibi konular tartışılır. Ekonomi kelimesinin köken olarak bu diyaloga dayanması, antik dönemden itibaren felsefe ile ekonominin ilişkisine dair bir ipucu vermektedir. Günümüz iktisat teorilerinde ise homo oeconomicus kavramı, John Stuart Mill’in yanı sıra faydacılığı ve serbest piyasayı savunan teorisyenlerin çalışmalarına dayandırılır. John Nash, Amartya Sen, Daniel Kahneman ve Richard Thaler gibi Nobel Ekonomi Ödülü’ne sahip pek çok akademisyenin teorilerinde homo oeconomicus ile ilgili izlere rastlanır.
Dünyadaki sınırlı kaynaklara rağmen en iyi olan seçimi nasıl yapabiliriz? Alternatifleri karşılaştırırken stratejileri nasıl belirleriz? Neo-klasik iktisat teorileri, bu sorulara insanın homo oeconomicus olduğu varsayımıyla yanıt vermektedir. 19. yüzyıldan itibaren bağımsız bir bilim dalı haline gelen iktisadın dayandığı bu varsayıma göre insan, her durum ve şartta, karar ve tercihlerinde, tüm alternatifleri karşılaştırarak kar ve fayda maksimizasyonunu en yükseğe çıkarmayı hedefler. Bunu yaparken rasyonel bir tercihin gerektirdiği belli kural ve ilkeleri takip eder. Çünkü rasyonel tercih teorisine göre (1) Tüm insanlar rasyoneldir ve (2) İnsanlar faydalarını maksimize ederler.
Bireyin rasyonel kabul edilmesinin piyasa için iki avantajı vardır: İlki, piyasadaki aktörlerin davranışlarının öngörülebilirliğini artırır; ikincisi, bireylerin tutarlı bir şekilde davrandıkları öngörüsü üzerine toplumsal kural ve kurumlar düzenlenir. Böylece rasyonalite ilkelerini takip eden birey, gündelik hayatında irrasyonel kararlar verse de bu, ekonomik varsayımları etkilemez. Bu görüş özellikle ünlü ekonomist Milton Friedman tarafından dile getirilmiştir. Ona göre, günlük hayatta insanların zaman zaman irrasyonel kararlar verdiği bilinmektedir; ancak yine de tam anlamıyla ve tam bir bilgiyle alternatiflerini karşılaştırma imkanına sahip oldukları her durumda insanlar rasyonel tercihte bulunur.
Piyasada tam ve mükemmel bilgiye sahip aktörlerin, oyun teorisinin de iddia ettiği gibi stratejik karar vermeleri gereken durumlarda Nash dengesine ulaşabilecekleri akılcı stratejileri vardır. Bilginin tam olması, aktörün yalnızca kendi stratejisini değil karşısındaki rasyonel aktörün stratejisini de belirlemektedir. Bu anlamda aksiyomatik ilkelerle belirlenmiş ve kesinleştirilmiş bir piyasada aslında sürprizlere yer yoktur. Sadece denge arayışı vardır. Şu halde rasyonel bir ekonomik davranış modeli, piyasada her bir ferdin bir homo oeconomicus olarak maksimum kâr elde edecek şekilde üç ilkeyi gözeterek eylemde bulunduğunu varsayar:
(1) Sıralılık: Rasyonel bir tercihin gerektirdiği ilk kural, tercih setinin sıralı olmasıdır. Rasyonel bireyin her bir tercihin neden o sırada olduğuna dair gerekçesinin bulunması zorunludur. Bu set içindeki sıralamaya uygun olarak seçimlerini yapan homo oeconomicus, rasyonel bir tercihte bulunmuş olur.
(2) Geçişlilik: Tercih seti ile ilgili ikinci kural, geçişlilik ilkesidir. Bir mantıksal gereklilik olarak kabul edilen bu ilkeye göre tercih sıralaması, içsel tutarsızlık göstermemelidir. Örneğin, bir kimse eğer (x)’i, (y)’ye tercih ediyorsa; (y)’i, (z)’ye tercih ediyorsa; (x)’i, (z)’ye tercih etmelidir.
(3) Tutarlılık: Rasyonel davranışın tutarlı olabilmesi için geçişlilik, tamlık ve süreklilik gibi bir dizi mantıksal koşulu yerine getiriyor olması gerekir.
Tüm bu rasyonalite ilkeleri, tercihte bulunan homo oeconomicusun, ekonomik anlamda, amaçlarına ve çıkarlarına neyin hizmet edeceğinden emin değilse bile bir şekilde olasılık ve fayda hesaplamasında en iyi sonucu veren davranışı tercih etme kapasitesine sahip olduğunu garanti eder. Bu iddia, ekonomi ile de sınırlı kalmamış, sosyal bilimlerde bir yöntem olan metodolojik bireyciliğin de doğuşunu hazırlamıştır. Metodolojik bireycilik, sadece ve sadece bireylerin tercihte bulunduğunu ve bireyin kolektif oluşumları öncelediğini ima eder. Anthony de Jasay’in tercihlerle ilgili belirlediği üç aksiyomdan ilki “Sadece bireyler tercihte bulunabilir”dir. Bu aksiyoma göre, bir alternatifi diğerine tercih ederken her ikisini kıyaslayıp değerlendirme yapabilecek tek canlı bireydir. Gruplar, toplumlar, devletler alternatifler arasında bir tercih yapamazlar ya da ancak metaforik olarak yapabilirler. Dolayısıyla kurumların tek görevi, bireylerin toplumsal düzenlemelerle ilgili politik tercihlerini ifade etmelerine imkan tanıyan bir mekanizma kurmaktır. Böylece homo oeconomicus, neoklasik ekonominin yanı sıra sosyal bilimlerin de dayandığı bir varsayım haline gelir.
Sınırları. Homo oeconomicus ile varsayılan rasyonalitenin, insan rasyonalitesinin tümüne karşılık gelip gelmediği sorusu iktisatçıları olduğu kadar felsefecileri de uzun süredir meşgul etmektedir. Öncelikle iktisadi anlamda rasyonalite, araçsal rasyonalitedir ve rasyonalitenin sadece pratik bölümüne karşılık gelmektedir. Halbuki felsefeciler, rasyonaliteyi teorik ve pratik rasyonalite olarak ayırmaya eğilimlidir. Araçsal rasyonalite ise pratik rasyonalitenin alt başlıklarından sadece bir tanesidir. Şu halde homo oeconomicusun temsil ettiği rasyonalite, Max Horkheimer’ın da ifade ettiği gibi felsefi anlamda rasyonalitenin tümüne karşılık gelmez.
Homo oeconomicus son yıllarda psikoloji alanında da tartışılmaya başlanmıştır. Daniel Kahneman, Amor Tversky ve Dan Ariely’nin çalışmaları insanların gündelik hayatta ne kadar sıklıkla irrasyonel karar verdiklerine yönelik psikolojik deneyler içermektedir. Bu deneylerde bireyin rasyonel ve homo oeconomicus olduğuna dair öne sürülen savın, tecrübe ile ispatlanamadığı görülmektedir. Tam aksine tecrübe, insanların her zaman rasyonel olmadığını göstermektedir. Öyle anlaşılıyor ki insanın gerçekten de homo oeconomicus olup olmadığı hem önerdiği cazip metodik yönüyle hem de irrasyonalite bağlamında eleştirilere açık olması nedeniyle sosyal bilimlerin olduğu kadar felsefenin de ilgi alnında olmaya devam edecektir.
KAYNAKÇA
Kılınç Adanalı, Yurdagül. “İktisat Felsefesi: İktisadi İlişkilerin Doğası Nedir?” Felsefeye Giriş: Sistematik Felsefeye Problematik Yaklaşım içinde 398- 428. Hazırlayan: M. Arıcı ve Y. Kılınç Adanalı. Ankara: Nobel Yayıncılık, 2019.
Yazar : Yurdagül KILINÇ (Selçuk Üniversitesi)