devlet

[Fr. État ] [İng. state ] [Alm. Staat ]

Devlet kavramının tarihsel gelişimi. Siyasi bütünü anlatmak için 16. yüz­yıldan sonra başvurulan kavramlar Orta Çağ dil dağarcığında yoktur. Orta Çağ’ın Status rei publicae’si Devleti değil, “kamusal şey”in iyi durumunu, ortak yararı anlatır. Bugün Stato, EstadoStateEtatStaat’ın karşıladığı sözcük, Orta Çağ Latincesinde­ki ilk anlamıyla, örneğin Justinianus döneminde, özel bir topluluğun zenginliğini, refahını, düzenini karşılar. Daha geriye gidilirse, kökeninde yalnızca “ayakta durmak” ya da “konum” anlamındaki stare vardır. Sonra aynı sözcük sosyal ya da ekonomik özel bir durumu açıklamak için kullanılmaya başlanır. Modern anlama yakın biçimde, hukuki-siyasi niteliğe, belli bir toplulu­ğun hukuki yapısını anlatarak kavuşur. Ancak bu dönemde devlet sözcüğü hâlâ belirsiz bir biçimde hem gücün kullanımını ya da yönetimin işleyişini hem bu gücün etkisi altındaki halkı ya da bölgeyi ifade eder. Yeni bir duruma özgü kavramsal çerçeveyi oluştura­cak sözcük ancak Rönesansta ortaya çıkar. Yine de 16. yüzyılın ilk yarısında siyasi sözlükte yerini alırken, hâlâ feodal yapılanmaya uygun anlamda, sosyal kümeyi ya da hukuki düzeni belirtmek için de kullanılır. 16. yüzyılda, sözleşme sayesinde yönetimin meşruluk kaynağına toplumun oturtulması, kurucu irade­lerini açıklayan bireylerin böylece ortaya çıkarılışı, ulusun yasa yaratıcı olarak düşünülmesi siyasetin tanrısallığından siyasetin dünyeviliğine geçişi anlatır. Skolastik zihniyetin dışına çıkabilmek, devleti düşünebilmek için, onun temelini oluşturacak insan yaratısı yasaların bağımsızlığını ve belirleyicili­ğini düşünmek gerekiyordu. Devlet sözcüğü istikrarlı olarak 16. yüzyılın ikinci yarısında, önce Protestan monar­komakların sözleşmeci metinlerinde belir­meye başlar. Yönetimin temelini yöneticiyle halkı karşılıklı birbiri­ne bağlayan bir siyasi sözleşmede bulacak olan Théodore de Bèze 1574’te De jure magistratum’da (Yöneticilerin Uyrukları Üzerindeki Hakları) “devletin başına geçmek üzere gerekli otoriteyi halktan alan kral” cümlesiyle, modern anlamda devlet kav­ramını devreye sokar. Oysa 1576 tarihli Les six livres de la république’te (République’in Altı Kitabı) sözleşmeci olmayan Bodin, devleti anlatmak için hâlâ république sözcüğünü kul­lanmaktadır. Egemenlik kuramcısının kitabında, son aşamada tanrısal yasayla belirlenmiş olduğu için, bu monarşi karşılığı république modern ulus devlete denk düşmez. Bodin’le kıyaslandığında, Giovanni Botero 1589’da yayınlanan Della ragion di Stato’da (Devlet Mantığı) daha gerçekçi bir tanımlama yapar: Devlet halklar üzerindeki kesin bir hakimiyete denk düşer ve devlet mantığı böyle bir hakimiyetin kurul­ması, elde tutulması ve büyütülmesi için başvurulacak araçlara ilişkin bilgidir. 1608’de Charles Loyseau, Traité des seigneuries’de (Senyörlükler Hakkında İnceleme) devletle egemenliği özdeşleştirir. Sıra artık sözleşme kurgusuyla desteklenen eksiksiz bir egemenlik ve devlet kuramının oluşturulmasına gelmiştir. Bunu Hobbes’tan önce yapacak olan da 1612 tarihli De legibus (Yasalar hakkında) ve 1613 tarihli Defensio Fidei’nin (İnancın Savunulması) yazarı Francisco Suárez’dir. “Respublica” sözcü­ğünün her görüldüğü 16. ve 17. yüzyıl metninde, yazarlarının modern anlamda devleti düşünmediği söylenebilir, ama bunun istisnası Suárez’dir. O, geç bir dönemde ve bütünüyle iradeci pozitivist bir çerçevede, respublica’yı siyasi bütünü anlatmak için kullanmayı sürdürecektir. Ama bu sözcük­ten, belki de ilk ve son kez kesinlikle anlaşılması gereken şey ulus devlettir. Devlet, artık kökenindeki anlama uygun biçimde kendi kendine ayakta duran, başka hiçbir güce dayanmadan var olandır. Düzeni koruma kaygısını her türlü yasallık kaygısının üstüne çıkaran, ulusun çıkarını en üst yasa sayan anlayış yeni bir siyasi iktidar tipi düşüncesine denk düşer. Öncelikle yasa yapma gücü olan tam bir egemenlikle kesin­lik kazanmış ve kaynağını sözleşme kurgusuyla ulusta bulmuş olan devlet.

Siyasi birlik olarak devlet ve yönetim şekli olarak respublicaRespublica’dan devlete geçiş, kavramların gön­derme yaptıkları gerçekliklerle birlikte nasıl değiştiklerini gösterir. Daha soyut nitelikli bir respublica içinde düşünülmesi gere­ken ve estat sözcüğüyle ifade edilen çok sayıdaki sosyal küme ya da hukuki düzenin farklılıkları ve çeşitlilikleri yok oldukça, bunlar çağın değişen koşullarıyla ve ulus devletin tekçi mantığı doğrultusunda sürekli güçlenen biri lehine ve Bir’i oluşturmak üzere azalmaya başladık­ça, feodal estat’lardan devlete, çoğuldan “tek” olana geçiş de gerçekleşir. Çağın tasarlanabile­cek en yetkin sosyal kümesine ya da hukuki düzenine geçildikçe de sözcük aynı kalsa bile, ifade ettiği şey Orta Çağ’ın parçalanmışlığını anlatan birbirine eşit ve farklı siyasi yapılanma­lar değil, birliğin sağlandığı tek siyasi yapılanmadır. Orta Çağ’ın karmaşık yapılan­masının ya da respublica’sının yerini devlet alırken, respublica sözcüğü de yönetim biçimine dönüşerek yeni­den anlam kazanacaktır: Bir siyasi iktidar tipinin ya da devletin yönetim biçi­mi olarak, gücün tek kişinin elinde olmadığı ya da kalıtımsal olarak aktarılmadığı “cumhu­riyet”. Orta Çağ’da respublica estat’ları kapsarken, Yeni Çağ’da devlet cumhuriyeti kapsayacaktır. Bu da Orta Çağ zihni­yetiyle Yeni Çağ zihniyeti arasında radikal bir düşünsel kesinti olduğunu gösteren kavramsal değişikliklerden biridir. Devlet düşüncesinin modern anlamıyla doğabilmesi için, dünyevi iktidarın ruhani iktidarı içinde erittiğini görebilmek gere­kir. Modern olan ve olmayan iki düşünce tipi arasında niteliksel bir ayrılık vardır ve bu görmezden gelindiğinde, modern ulus-devlet düşüncesinin özgül yanını yakalamak imkânsızlaşır.

KAYNAKÇA

Akal, Cemal Bâli (ed.). Devlet Kuramı, İstanbul: Dost Kitabevi, 2005

Akal, Cemal Bâli. Modern Düşüncenin Doğuşu, İspanyol Altın Çağı, İstanbul: Dost Kitabevi, 2003.

Yazar : Cemal Bali AKAL (Kadir Has Üniversitesi)