Augustinus, Aziz
[Tr. Alt. Hippolu Augustinus ] [İng. Augustine of Hippo; Saint Augustine ] [Fr. Augustin d’Hippone; Saint Augustin ] [Alm. Augustinus von Hippo; heiligen Augustinus ] [Lat. Aurelius Augustinus (Hipponensis)]
354-430 yılları arasında yaşamış ve Patristik felsefenin en önemli temsilcisi olan filozof. Sonradan baş piskoposu olduğu bölge dolayısıyla Hippolu Augustinus olarak da anılmış olan Aziz Augustinus’un Antik Yunan Felsefesi ile Hıristiyan dinini sentezlemeye çalışması Ortaçağ Hıristiyan felsefesine damgasını vurmuştur.
Yaşamı. 354 yılında Kuzeybatı Afrika, Thageste’de Pagan bir baba ile Hıristiyan bir anneden doğan Augustinus, ilk gençlik yıllarını Kartaca’da geçirmiş, Cicero’nun eseri Hortensius’u okuduktan sonra hakikati aramaya başlamış ve ilgisi retorik üzerinden felsefeye yönelmiştir. Kötülüğün nereden geldiğini araştırırken dünyayı iyi ile kötünün çatışma yeri olarak gören Mani dinine bağlanmış ancak Baş Piskoposu Faustus’un düşünceleriyle hayal kırıklığına uğrayarak Mani dininden uzaklaşmıştır. Augustinus, bir süre de şüpheciliğin etkisinde kalmış ama Platon ve yeni Platonculuğun etkisiyle insan ruhunu bozduğunu düşündüğü şüpheciliğe de daha sonra karşı çıkmıştır. Platon ve Yeni Platoncuların eserleri ile tanışması ve Pavlos’un mektuplarını okuması onda yeni ufuklar açmış, Aziz Ambrosius’un etkisiyle 386 yılında Hıristiyanlığı kabul etmiş, zamanla Hippo Baş Piskoposluğuna kadar yükselmiştir. Daima Hıristiyan birliği için uğraşmış ve 430 yılında Hippo’da ölmüştür. Eserlerinden bazıları: Contra Academicos [Akademyacılara Karşı], De Libero Adbitrio [Seçme Özgürlüğü Hakkında], De Civitate Dei [Tanrı Devleti Üzerine], Confessiones [İtiraflar], De Immortalitate Animae [Ruhun Ölümsüzlüğü Üzerine], De Trinitate [Teslis Üzerine], De Quantitate Animae [Ruhun Niceliği Hakkında].
Akademyacılara Karşı adlı eserinde Şüpheciliğe karşı eleştirilerini yönelten Augustinus, benliğe işaret eden ruhun varlığından asla kuşku duyamayacağımızı düşünür. Ne kadar kuşkucu olursak olalım kendi varoluşumuzdan asla kuşku duymamalıyız. İnsan, kuşku duyabilen bilinçli bir varlık olarak kendisinden asla şüphe edemeyeceği bilgilere sahiptir ki bunlar; ben bilinci, mantık ve matematiktir. Augustinus, bu ben merkezli yaklaşımıyla özellikle Descartes’ın “düşünüyorum, o halde varım” düşüncesinin oluşmasına öncülük eder.
Augustinus, Platon’un ikili dünya görüşü çerçevesinde dünyayı duyulur ve düşünülür olarak yorumlar. ona göre düşünülür dünya, insanı ölümlü olma kaygısından uzaklaştırır ve onu ruhsal alanda Tanrıya bağlar. Hakikatin insanın kendi özünde olduğu düşüncesiyle Augustinus, insanın kendi içinde olan Tanrıya ancak kendini araştırarak ulaşabileceğine inanır. İnsanın içinde olan Tanrıya ulaşmak için yapılan her türlü araştırma ise bir felsefedir. Ortaçağın temel ilkesi olan “Credo ut intelligam-anlamak için inanıyorum” düşüncesiyle önceliği inanca veren Augustinus, felsefeyi bağımsız bir alan olarak değil, din ile özdeş olarak görmüştür.
Zamanı İtiraflar adlı eserinde, kavradığımız zaman ile gerçek zaman olarak birbirinden ayırır. Ona göre zaman kavramı, sonsuz varlık olan Tanrı için geçerli olmayıp, sadece sonlu varlık için geçerlidir. Geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman insan tasarımı olan kavramlardır, gerçeklikleri yoktur. Augustinus için geçmiş zaman artık yoktur, gelecek zaman da henüz var olmamıştır. Şimdiki zamanın da sınırları olmadığı için anlamlandırılamaz. Anı-Hatırlama geçmişe, Görüler şimdiye, Beklentiler de geleceğe karşılık gelir. Augustinus, insanın kendi zihnine yolculuğunu Tanrıya ulaşma yolculuğu olarak görür. Hakikat aklımızdadır ve insan, kendi hafızasında aklıyla Tanrıyı bulur. Bu bağlamda Tanrı, öncelikle içimizdedir ama bir yandan da Tanrı aklımızı yönettiği için bizi aşan aşkın bir varlıktır. Tanrı her şeyi kendi özgür iradesiyle yaratmıştır ama insana da özgür bir irade vermiştir. Ancak insandaki iradi özgürlük tam anlamıyla gerçekleşen bir özgürlük değildir. Tanrı, Adem’i özgür olarak yaratmıştır ama Adem, bu seçme özgürlüğünü iyiye kullanmayarak büyük günahı işleyip dünyaya fırlatılma ile cezalandırılmıştır. Bu durumdan insanoğlu Tanrının inayeti sayesinde kurtulacaktır. Bir Tanrı-İnsan olan İsa Mesih, sonlu varlıkla sonsuz varlık arasında arabulucu olup insanları kurtuluşa götürecektir. Bu çerçevede Augustinus, De Trinitate adlı eserinde Baba, Oğul ve Kutsal Ruh çerçevesinde insan zihnini bellek, anlık ve istenç olarak ayırır. Nasıl bunun üçü birlikte çalışarak bilgiyi oluşturuyorsa, Kutsal Üçleme olan Tesliste de Baba, Oğul ve Kutsal Ruh da insanlığı kurtarmak için birlikte var olacaktır. Bu noktada Augustinus’un ilk Tarih Felsefeciliğiyle karşılaşırız. Antik Yunan düşüncesinden farklı olarak Hıristiyanlık inancında, yaşamda her şey bir defa yaşanır. Tarihin tekrarlanmayacak bir süreç olarak sistematik bir biçimde ilerlediğini düşünen Augustinus’a göre, bu dünyaya fırlatılma süreciyle başlayan tarih, İsa Mesih’in gelip insanlığı kurtarmasıyla da son bulacaktır.
Siyasi anlayışını Tanrı Devleti adlı eserinde aktaran ve Devlet yapısını Yeryüzü ve Gökyüzü-Tanrı devleti olarak ikiye ayıran Augustinus, Yeryüzü Devletinde insanın bedensel eğilimlerinin esiri olup Tanrısal ruhtan ayrıldığını, Tanrı Devletinde ise insanın iyi olan Tanrıya ruhsal olarak bağlanıp, onunla Tanrı devletinde birleşeceğini düşünür. Yeryüzü Devleti, Asur ve Roma imparatorluklarıyla gelişen Şeytanın krallığıyken Gökyüzü Devleti, kendisini Hıristiyanlık inancı ve kilisenin dogmalarıyla sürdüren İsa’nın krallığıdır. Augustinus için mutluluğa ulaşmak için de iki tür sevgi vardır. Bunlardan ilki ben ve dünya sevgisine yönelmektir ki bu insanı Yeryüzü Devletine götürür. İkincisi de Tanrıya duyulan sevgidir ki bu da insanı gerçek mutluluğun olduğu Tanrı Devletine götürür. Burada insanlar ancak en iyi mükemmel varlıktan pay alarak iyi olurlar. Bu anlamda mutlu olmak için yapılacak en önemli şey; Tanrının buyruklarına Tanrı sevgisiyle itaat etmektir. Böylece bu sevgi sayesinde insan, Tanrıya ulaşma hakkını bulacaktır. Tanrının içimizde olduğunu fark etmek de iyiye ve güzele olan yönelimi artırıp bizdeki mutluluğu ortaya çıkarır. Eğer Tanrı içimizdeyse neden dünyada bu kadar kötülük var? Acaba Tanrının gücü yetmiyor mu?... sorularına karşılık Augustinus, kötülüğün temel nedenini insan iradesinin özgür olmasına bağlar. Augustinus’a göre kötülüğe yönelmek, insanın kendi suçudur. Kötülüğün özünde, insanın Tanrıya karşı olan itaatsizliği bulunur. Kötülükten uzaklaşıp mutlu olmak için Tanrıya inanarak ona itaat etmek gerekir.
Kaynakça
Augustine, A., The City of God. Çeviren M. Dods. New York: Ramdom House, The Modern Library, 1950.
Augustine, A., On Free Choice of The Will. Cambridge: Hackett publishing, 1993.
Augustine, A., İtiraflar. Çeviren D. Pamir. İstanbul: Kaktüs Yayınları, 1999.
Augustine, A., İtiraflar. Çeviren Ç. Dürüşken. İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2010.
Cevizci, Ahmet, Ortaçağ Felsefesi Tarihi, Bursa: Asa Yayınları, 2008.
Çotuksöken, Betül ve Babür, Saffet, Ortaçağda Felsefe, İstanbul: Ara Yayıncılık, 1989.
Çotuksöken, Betül, Ortaçağ Yazıları, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 1993.
Demir, Aysel, “Bu Dünyaya fırlatılma ve Aziz Augustinus’un Kutsal Devleti”, Felsefi Düşün Akademik Felsefe Dergisi, Sayı: 10 / Ortaçağ ve Rönesans Felsefesi, Nisan 2018: 76- 96.
Gilson, Etienne, Ortaçağ Felsefesinin Ruhu, Çeviren Ş. Öçal, İstanbul: Açılım Kitap, 2003.
Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, İstanbul: Remzi Kitapevi, 1996.
Jones, W.T., Ortaçağ Düşüncesi, Çev. H. Hünler., İstanbul: Paradigma Yayıncılık, 2006.
Yazar : Aysel DEMİR (Kırıkkale Üniversitesi)